“İnsan bir labirenttir” diyor, son okuduğum kitap. İki bin yıldır “iç oda”larımızda sessizce var olan labirentlerin tüm yaşamımıza ritüeller aracılığıyla
yerleşmiş olmasının bir nedeni var: Hiçbir şey nedensiz değildir!
Jacques Attali’nin “Labirentin Tarihi” adlı kitabı, göçebeyi anlatır ve arkana bakma” der. O halde çıkışı görene dek durmadan ileri…
“Göçebe toprağın üstünde sahip olduklarıyla değil, belleğinde tuttuklarıyla göçebedir.” Göçebe, elinde bir yol haritası ile değil, “şarkı yolu” ya da kaderinde daha önceden var olduğuna inandığı sesleri dinleyerek, kendi odalarında gezerek labirentlerde dolaşır. Onun kafası karışmaz; çünkü labirent konusunda içgüdüsel ya da sezgisel olabilen göçebe, beyninin kıvrımlarının da tıpkı çıkışına ulaşmak istediği yol gibi olduğunu bilir. Gizemli bir oyun haline dönüştürdüğü labirenti, daha önceden yarattığı satranç hamleleri ile adımlayabilir, labirent kurucusunun karışık zihnine aynı oranda bir kafa karışıklığı yaratarak yanıt verebilir. Çünkü göçebedeki zekâ mantığa değil, önsezilere dayalıdır. Göçebe bir Pantaporos’tur, yani yolların şifrelerini çözen kişi… Pantaporos, sezgilerin insanı…
Göçebe için hiçbir şey, hiçbir zaman kaybedilmiş sayılmaz, her hata giderilir. Ve ütopya bir göçebeyi yollara, labirentlere sadık kılan en önemli yandır.
Deniz Bilgin’in “Zamanı Doğuran Dağ -Dağ Kavminin Hikâyeleri” de göçebenin yani Pantaporos’un kitabıdır. Birbirine eklenen yolların buluşturduğu hikâyeler, alışıldık anlatıların çok uzağında; etkileyici, sürükleyici ve iç burkucu. İç burkucu çünkü sizi kendisiyle birlikte yollarına çıkaran, eşlikçi kılan ve yeri geldiğinde sizden kendisinin adımları olmasını isteyen yolcunun/yolcuların haykırışlarına çaresiz kalıyorsunuz. Ayaksınız ama koşamıyorsunuz, elsiniz ama tutamıyorsunuz, kalpsiniz ama bazen atmakta geç kalıyorsunuz.
Bir de onca yoldan sonra arkaya dönüp bakamama haliniz var. Dirî’nin kuşaktan kuşağa aktarılan incelikli ve trajik meselini yaşıyorsunuz ama Dirî’yi o kuyudan kurtaramıyorsunuz…
Ve enfes bir coğrafya akıyor kitapta; sözlerin büyüttüğü nehirler, nehirlerin yaslandığı dağlar, dağların indiği ovalar ve atlasın en kadim duraklarından birinde toprak damlı bir ev oluyorsunuz, bacası her daim tüten…
Ve kitap, göçebenin çiçeği seviş biçimine sesleniyor. Yolcuyu tanımış olan dağlar ve kovuklar selamlıyor sizi, satırlardan aşağı doğru sessizce kayarken siz…
Ve zaman…
Sahi kimden büyüktür zaman? Kim büyütmüştür zamanı koynunda?
Ve Zaman’ı Doğuran Dağ fısıldıyor yol boyunca:
Delilik ile göçebelik zamanın efendisidir aslında… Akrebin babasıdır her ikisinin de gözleri. Yelkovanın dilidir her ikisinin de sözleri. Onlar kollarında zamanı taşımazlar, zaman kendini taşıtır onlara…
Labirenti tamamlayıp çıkmaya başladığınızda anlatıcı çıkar karşınıza, tanırsınız: Pantaporos’tur o, zaman kavminin amok koşucusu…
Reviews
There are no reviews yet.