12.00

Dağlara Deryalara

Bir çifte firarın hikayesi

 

Devrim ve özgürlük yolunda yürüyen
Bu uğurda can veren tüm yoldaşlar şahsında,
İkinci kurtuluşu karşılayan Şehit Alîşer Konya,
Şehit Çekdar Amed, Şehit Azad Farqîn ve
Şehit Azad Sîser yoldaşlara atfen…
Özgür ülkemiz sizin düşleriniz üzerinden
yükseliyor!…

Share

İnsanlığın en büyük arayışı

Zindan ve özgürlük arayışı! Her ne kadar uzlaşmayan iki kavram, çelişkilerle dolu bir olgusal birliktelik gibi görünse de ontolojik olarak birbirini koşullayan gerçekliğin birer farklı kutbu oluyorlar. Bir spekülasyon alanı haline çevrilen tarih biliminden de biliyoruz ki özgürlük arayışı tarihin her döneminde ezilen halkların, kölelerin, kadınların kendini ifade ve var olma alanı olagelmiştir. Ve hatta yazılı-resmi tarih öncesi dönemlerde bile özgürlük algısı ve arayışı, insanlığın temel yaşam alanı olmuştur.

Gerçeklik tek yönlü ve tek renkli değildir. Hiçbir olgu veya düşünce karşıtı olmadan kendisini ifade edemez ve varlığının derin anlamına varamaz. Aydınlık olgusu karanlık olmadan ne olurdu? Nasıl kabul edilirdi? Kötülük olmayınca iyilik parametremiz ne olurdu? Veya tutsaklık ve kölelik olmadan özgürlük arayışı, sadece maddi anlamda bile olsa neye karşı verilirdi? Özgür düşüncenin pratiği olmadan özgürlüğe ulaşmak mümkün müydü?

Zindanı ortaya çıkaran fikir neydi? Bir insanı veya toplumu hatta bir hayvanı veya bitkiyi esaret altına almaya kadar götürecek olan fikrin alt yapısı neydi? İnsan, nasıl ne zamandan beri bu kadar korkak ve kontrol delisi oldu ki, kendine karşı tehlike olarak gördüğü her varlığın hareket ve yaşam alanını kendisi çizme hakkı ve cüretini kendinde bulmaya başladı? Şüphesiz burada konu yine özgürlük arayışı ve mücadelesinde kilitleniyor.

Zindan, egemenlerin elinde bin yıllardan beridir özgürlük arayışına karşı kullanılan temel araçlardan bir tanesidir. Var olma sebebi de bireydeki özgürlük algısını yıkmak, ‘rehabilite edilmiş, uslanmış bireycikler’ yaratmaktır. Kimi örneklerde başarılı olsa da çoğunlukla kaybeden zindan, kazanan ise özgürlük arayışı olmuştur. Spartaküs’ten Sokrates’e, Bruno’dan Campamanella’ya, Şeyh Bedrettin’den Cem Sultan’a, Lenin’den Mandela’ya, Mahir Çayan’dan Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’a kadar tüm devrimci toplum önderleri, filozoflar, peygamberler, sistem karşıtı liderler ve ardılları, zindan ile tanışmış ve muhakkak ki zindan olgusunda sistemi sınamış, kazanmış ve tarihe mal olmuşlardır.

Köleci zamandan orta çağa ve modern zamana kadar zindan, değişen yapısı ancak değişmeyen rolü ve işlevi ile varlığını sürdürmüş, günümüzde de sistem karşıtı devrimci hareketlerin esir düşmüş kadroları ve sempatizanları için bir mücadele alanı haline gelmiştir.

Bu gerçekliği en yakıcı biçimde yaşayan ve hissedenlerden biri de Kürt halkı ve onun özgürlük hareketinin mensupları olmuştur. Öyle ki Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, özgür Kürdistan yolculuğuna altı aylık Maltepe cezaevi tutsaklığından sonra başlamıştır. Yine PKK’nin öncü kadro ve kurucularından olan Kemal Pir, M. Hayri Durmuş, Mazlum Doğan, Ferhat Kurtay ve yoldaşlarının benzersiz zindan direnişleri hem PKK’nin silahlı özgürlük mücadelesinin başlamasında hem de Kürt halkının yeniden uyanmasında ateşleyici rol oynamış, özgürlük arayışına fedailik rengini vermiştir. Kürt halkının, özgürlük savaşı uğruna kırk yıldır yiğit oğullarını ve özgürlük aşığı kızlarını feda etmelerinde, bu büyük özgürlük arayışlarının kesinlikleri izleri vardır.

PKK’nin kadroları için zindanın mücadele alanı haline gelmesi, 1970’li yılların sonuna denk gelmektedir. PKK’nin öncü kadroları, 12 Eylül 1980 faşist cuntası öncesi, Türk devletince esir alınmış ve zindanlara hapsedilmişlerdir. Ama asıl zindan mücadelesinin hissedilir hale gelmesi, darbe sonrası döneme denk gelir. Özellikle Diyarbakır 5. No’lu zindanı hem işkencenin, vahşetin ve katliamın hem de direnişin ve özgürlüğün mekanı haline gelmiştir. Burada yürütülen direniş, 12 Eylül faşist cuntasının yenilgisine giden yolu zindanda başlatmıştır. 1980 ve 1990’lı yıllarda Kürdistan dağlarında yürütülen savaşın zindanda yansıması, işkence, kötü muamele ve teslimiyetin dayatılması şeklinde ortaya çıkar. Aralıksız süren direniş ise zindan da bir yaşam tarzı haline gelmiştir.

1990’lı yılların sonunda TC, cezaevi sisteminde değişikliklere gitmiş, bu sefer de yoğun tecrit ve yalnızlaştırma politikası ekseninde kurgulanan F-Tipi gibi hücre tarzı cezaevlerine geçmek istemiştir. Buna karşın özelde Türkiye sol-sosyalist devrimci hareketlerinin başlattığı uzun süreli ölüm oruçları gelişmiştir. Buna devletin yanıtı, bastırma ve katliam politikasıdır. Bu politika, başta Bayrampaşa cezaevi olmak üzere birçok zindanda yüzlerce devrimci tutsağın diri diri yakılmasına veya işkence edilerek öldürülmesine yol açmış, bu durum da Türkiye toplumunda büyük bir sosyal travma ve kırılmanın yaşanmasına sebep olmuştur.

2000’li yıllar ve sonrası dönem, Kürdistan halkı ve demokratik Türkiye hareketi için bambaşka bir dönemdir. Çünkü Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, ABD, İngiltere ve İsrail’in öncülüğünde planlanan ve uygulanan uluslararası bir komplo sonucu tutsak edilerek TC devletine teslim edilmiştir. Bir halkın önderi, dört tarafı denizle çevrili bir adada 13 metrekarelik bir hücreye kapatılmıştır. Bu yüzden yüzlerce Kürt genci, karanlığı aydınlığa çevirmek ve kaybolan güneşlerine tekrar yüzünü dönüp yaşam bulmak adına, bedenlerini diri diri ateşe vermiş, sonsuzluğa yol almışlardır.

İşte zindan budur! Tarihte ve Kürdistan’da taşıdığı anlam her zaman zalimliktir. Yüreği yanmış her Kürt anasının, herhangi bir zindanın önünden geçtiği sırada “deriyê we mor bibe!” (Evinize mühür vurulsun, ocağınız sönsün) diyerek tülbentlerini ağızlarına götürerek beddua okumaları, bu sebepledir. Orası, Kürt anası için yavrusunun, yiğit evladının tutsak edildiği; işkenceye uğradığı, katledildiği, lanetli ve şeytani mekanlardır. Orayı inşa eden İblis’tir ve orada mazlumlar tutsaktır. Bu yüzden imdada Allah, Muhammed, Ali çağrılır. Çünkü İblisin zulmünü ancak Muhammed’in ilmi; ağzı salyalı askerini ancak Ali’nin Zülfikar’ı yenebilir, bir Kürt anası için.

Benim anam için de öyleydi. Kocası, 10 yıl zindanlarda tutsak edilmiş, zindandan çıktıktan sonra özgürlük mücadelesinde can vermişti. Ardından yine sırasıyla oğulları, kızı ve akrabalarının birçoğunu demir parmaklıkların ardında görmüş, ak tülbentli bir anaydı. Çocukken onunla, abimin veya amcalarımın görüşlerine gittiğimde, gördüğü her kapıya “tu xirab bibî” (yıkılasın) derdi. Her gardiyana veya askere “tu bibelqitî” (kahrolasın) diye beddua eder, mahkemelerde “Hakim ve savcıların ağızlarını bağlıyorum” der ve tülbentine düğüm atardı. Bunları zindana girdiğimde hatırlamış ve anısına yüzüme özlem dolu bir tebessüm kondurmuştum. O görmese de geriye kalan Kürt anaları, zindan kapılarının yıkıldığını; gardiyan ve asker kılıklı zebanilerin kahrolduğunu göreceklerdi.

Tabii PKK’li tutsaklar için sadece zindan yoktur. PKK’nin ve Apocu felsefenin olduğu her yerde, sömürgeci sistemin anti tezi, alternatifi muhakkak vardır. Bu inanılmaz yaratıcılık ve akıl almaz bir azimle açığa çıkarılır ve bu alternatif adeta yaratılır. Zindandaki esaret koşullarında ortaya çıkan bu özgürlük yolu, zindanın en ücra köşelerinde, zulaların sağlam olduğu hücrelerde veya koridorlarda sessiz sessiz konuşulur.

Zindanın, PKK direniş geleneğinin bir sonucu olarak birer mücadele mevzisi haline gelmesi, bu esaret koşullarının zihinde ve ruhta parçalanışıdır. Ama azimle bilenen özgürlük arayışı, yetinmez bununla. Kafasında tasarılar yapar. Rüyasında kanatlanıp uçan olur, görünmez olup kaçar. Çünkü onun için en değerli şey, özgürlüktür. “Dağları, deryaları” düşünür. Bir de kahramanı vardır onun. Asaletin ve devrimci duruşun timsali olan Kemal Pir’in, kaçış hikayeleri vardır hep aklında. Sakine Cansız’ın başarısız da kalsa yaptığı kaçış girişimleri ve özgür yaşamdaki kararlılığını örnek alır. Bir de Mahir Çayan’ın, Hüseyin Cevahir ve Ömer Ayna ile Maltepe cezaevinden kaçışları, süsler hayallerini. Bunun başarılı pratikleri de vardır. 1996’da Nevşehir zindanından TİKKO, PKK ortak yapımı bir tünelden, toplam yirmi dört devrimci tutsak firar etmiştir. Yine 1997’de İskenderun cezaevinden tünel ile firar etmek isteyen PKK’lilerin tünelin deşifre olması sonucu yakalanmaları, bazılarının kurtulmaları ve savaşta şehit düşmeleri hep sohbet konusudur. Bu tünelden kurtulan en son devrimci, Haki Amed de 2015 yılında şehit düşmüş ve ardında koca bir miras bırakmıştır. Bunların dışında deşifre olan, bitirilen fakat çıkılamayan, onlarca tünel vardır. Yeni tutuklanan ‘çaylak’lara hep bu hikayeler anlatılır. Ama artık cezaevi sisteminin değiştiği, tünel kazmanın veya başka bir biçimde kaçmanın imkansız olduğu, tekrar tekrar söylenir.

İşte bu imkansızlığın içinden sıyrılıp gelen bir hikaye vardır. İmkansız denilen şey, üç yıl içinde iki defa aynı kişilerce başarılmıştır. Şimdi elinizdeki bu kitapta bunun hikayesini okuyacaksınız.

Diyar Kaydu

book-author

,

format

Reviews

There are no reviews yet.

Be the first to review “Dağlara Deryalara”

Your email address will not be published. Required fields are marked *