12.00

GÜNEŞE VARANLAR

İdam Edilen Beş Devrimcinin Mektupları

Share

“Her bir yıldız kaydığında gökyüzü mateme bürünür, siyah bir çarşaf giyer. Bundandır geceler karanlıktır” diyordu ünlü bir Kürt şair, ülkesinin yas ve hüznünü çok acı bir dille ifade etmek istercesine. Fakat yıldızlarla donatılmış ve güneşe sevdalı yüreğimizde çoktandır bu kahredici kanun yerle bir edilmiş. İlk yıldızımız Haki Karer ile bu kader tersyüz olmaya başladı. Mazlum Doğan yıldızımız ise ‘direnişin yaşamın kendisi olduğunu’ haykırmasıyla yepyeni bir sema yarattı. Bu, gökte artık yıldızlar kayarken bitişin, tükenişin ve umutsuzluğun habercisi değil, güneşin doğuşunun, yeni yıldızların parlamasının, yeni umut ve inancın yerine geçeceği anlamına geliyor.
Adaletsizlik, eşitsizlik, hor görülmüşlük, fakirlik, inançsızlık ve çaresizliğin zifiri karanlığında yaşamaya mahkûm edilen fakat bu durumu asla benimsemeyen, bu kadere hep başkaldıran, bazen yenilen ve daha beterine layık görülen, yine de yılmayan bu topraklarda, hep direniş mirasına sahip çıkanlar olmuştur. 1970’lerde başlayan yeni ve çok farklı bir diriliş mücadelesi günümüze ulaştığında, bu ülkenin dört bir yanını, yeri ve göğü kaplamış durumdadır artık. Gökyüzümüz artık karanlık değil; çünkü binlerce parlak yıldız onu süslüyor. Gökyüzümüz geceleri de güneş tadındadır; hiç sönmeyen, ışıltılarından bir şey yitirmeyen yıldızlarımız orada duruyor çünkü.
Ferzad Kemanger, Ronahî Rûken (Şîrîn Elemhulî), Ferhad Wekîlî, Elî Heyderiyan ve Hêmin Bêkes (Hisên Xizrî) yoldaşlar, Mazlum ve Kemallerin direniş bayraktarlığını İran cezaevlerinde İslami rejiminin vahşi işkence ve uygulamalarına karşı yapıp, özgürlük ve insanlık onuru için darağacına başı dik, bir an bile tereddüt etmeden yürüdüler. Çünkü onlar fethedilemeyen, hakim düşünce ve zihniyetin işgaline sonuna kadar direnen kalpleriyle, neden mücadele ettiklerini, bunun neye mal olacağını ve nelerle yüzleşmeleri gerektiğinin bilincinde, güneşle yolculuğun yakıcılığının farkındaydılar. Bu yoldaşlar, demir parmaklıklarla çevrilmiş, bir tek şiddet dilliyle konuşabilme kabiliyetleri olan, bunun ötesine güçleri yetmeyen, gökyüzünü bile tutsak ettiklerinin gafletini yaşayan zihniyetlere karşı insanlık tarihine yiğit Kürt çocuklarının, özgürlük savaşçılarının nasıl karşı koyduklarını, nasıl özgürlüğü tüm fiziki engellerin dışına taşıdıklarını, güneşi ilk selamlayan doğu ülkesinde Mani, Mazdek, Simko, Qasimlo ve Qazî Muhammedlerin ışık hüzmeleriyle, Zîlan ve Egîdlerin izinde ilerlemenin en açık ifadesi oldular. Onlar da diğer nice yol arkadaşları gibi hem yaşamı hem de ölümü özgürlük için anlamlı kılmayı başardılar. Yaşamın, hiçliğin bataklığında ölmesine müsaade etmedikleri kadar ölümün de sahte bitiş ve yok oluş maskesini düşürdüler. Onlar ve ardılları güneşten öğrendiler ‘ölüm olgusunun yaşamın farkına varış olduğunu’, yani ‘yaşamı mümkün kıldığını ve ölüme üzülmenin de sadece yaşamın değerini arttırdığını ve hatırlattığını.’ Bundan dolayı yaşamı uğrunda ölecek kadar çok sevdiler.
İran İslami rejimi tüm iktidarcıların şanına yaraşır bir şekilde, İran toplumunu sömürmeyi, öz bilinç ve varlığından soyutlamayı, tüm hücrelerini uyuşturmayı, gençleri ve kadınları öz değerlerine yabancılaştırmayı başardığı, toplumu bitkisel yaşam ve komaya soktuğu oranda varlığının devam edeceğini sanmaktadır. İktidar zihniyetinin tüm hünerlerini en ince detayına kadar hakkıyla sergilemiş, bu konuda çok uzun bir tarihi deneyimi olduğu da hatırlanırsa, maharetli bir şekilde bunu yaptığını bilmek zor değildir. Fakat unutmamak gerekir ki, daha hegemonyaci iktidarlar inşa edilmemişken, onların kendilerini güvende hissettikleri büyük kentleri kurulmamışken, insanlık bu topraklarda binlerce yıllık yaşam, direniş ve özgürlük deneyimine sahipti. Özgürlük ve özgürce nefes alıp verebilmek bu topraklarda asırlardır dillerden düşmeyen bir türkü gibidir. Bu denli hile, şiddet ve komplolara başvurmalarının nedeni toplumun özgür nefes alış verişinden duydukları korkudur. İşte İran İslami rejimi bundan en cok korkan ve bu korkusunu bastırmak için her fırsatta toplumu darağaçlarında nefessiz bırakmaya çalışan bir rejimdir.
Nefes dedik, hem de özgürce. Fakat her yeri karanlık kapladığında kelebek misali ışıkla buluşmayı bilenler, onur ve kölelik kavşağına geldiklerinde, kuşkusuz zehirli havadan solumak yerine, nefes almaktan bile feragat etme yüceliğini gösterirler. Bundan dolayı darağacında sallanan ipin düğümleri sadece bir ölümü gerçekleştirme için orada durmaz, özgür nefes ve zehirlenmiş hava arasında ince bir düğümdür de.
İran ve Rojhilat’ta (Doğu Kürdistan) kadim bir geçmişe dayanan onur mücadelesi, günümüzde önü kesilemez boyutlara ulaşmıştır. Tabi ki İrani halklar Feridun, Kawa, Zerdüşt, Ebu Müslim ve Babekleri insanlığa hediye etme cömertliğini gösterebilmişse, son yüzyılda da Ferzadlar, Ronahîler ve Hêminleri kendini dile getirmek ve özgür yaşam hayalini gerçekleştirmek için seçmiştir. Ve bu yoldaşlar, onun tarihten gelen sesine kulak verdikleri, kalplerini sevgiyle durulamak istedikleri, gözlerini karartılmış görüntü ve yargılardan arındırmaya çalıştıkları ve her şeyden önemlisi bunun savaşçılığını yaptıkları için ölüm sehpasına götürüldüler. Yani İran’da, İslami rejimin lügatında, bu duruş ölümle eşdeğerdedir. Oysa ne demişti güneşimiz Önder Apo, “Ölmek yaşamın değerini hatırlatır.” Bu yoldaşlar yaşamı maddi değerlerle ölçüp biçenlerden olmadılar. Onlar terazinin kefesine asla çıkarı koymadılar ve bireysel menfaatin ağırlığına göre hesaplara girmediler. Onlar ilkeli, onurlu ve anlamla yüklü bir hayatın her şeyden daha değerli olduğuna inandılar ve bu uğurda her şeyin, hatta canın bile fedâ edilebileceği fikrini savundular. Bu uğurda yıldızlaştılar da; karanlığın mutlak hakimiyetini yırtarak gecelerimizi aydınlatan, hiç sönmeyecek ışıltılı yıldızlara…
Hepsinin adını ve sayılarını bilmesek de, onlar hayatımızın en önemli parçası, geçmiş ve geleceğimizin mimarı, yarınların aydınlık garantisidirler. Her biri geriye kendisinden bir şey, ateş ve güneş ülkesine canıyla bağışladığı bir armağan bırakmıştır. Ve biz bu paha biçilmez hazineyi tüm varlığımızla, layıkıyla korumaya ant içmiş bu ülkenin evlatları olarak, her birinin hayal ve isteğini ne pahasına olursa olsun gerçekleştirmeyi bir insanlık borcu biliyoruz.
Ferzad yoldaş başta olmak üzere idam edilen yoldaşlarımız Güneşe Varmayı başarmış, amaç ile bütünleşmeyi ifade etmektedirler.
Bu kitap, İran İslami rejiminin darağacı ve ölüm kanununu kökten yerle bir eden 5 yoldaşın mektuplarından oluşmaktadır. Daha önce bu yoldaşların mektupları Farsça, Kürtçenin Sorani ve daha sonra Kurmanci lehçeleriyle yayımlandı. Fakat Türkçe diline çevirerek, bu yoldaşların cezaevindeki direniş ve yaşam öykülerini paylaşma gereği duyduk. Bu konuda geç kaldığımızı biliyor, bunun eksiklikle izah edilemeyeceğini de belirtmek istiyoruz. Türkçeye çevirirken direk Farsça orijinal yazılardan tercüme etmeye çalıştık fakat bazı yazıların sadece Kurmanci baskıda olmasından kaynaklı, o bölümleri de Kürtçeden çevirdik. Kitabın başlangıcı Ş. Ferzad Kemanger’in mektuplarından oluşmakta, diğer yoldaşların mektupları ise kitabın sonunda yer almaktadır. Tabii ki böylesine duygu yüklü ve bir o kadar yürek yakan cezaevi duvarları ardındaki yaşanmışlıklar ve yine tüm tel örgü, gardiyan, nöbetçi ve sınırları aşarak bizi Kürdistan’ın en güzel yerlerine götüren, bizi bizimle bir daha buluşturan bu satırları okumak, hele hele çeviri işini yapmak, ağır bir sorumluluktu. Orijinalini bozmadan fakat Türkçe dilinde okuyucunun daha iyi anlaması ve kendine yakın hissetmesi için özel bir çaba gösterildiğini belirtmek gerekir. Bu konuda redakte ve karşılaştırma işini yapan, büyük bir titizlik ve özveriyle hazırlanmasında katkı sahibi olan Ş. Nujiyan Erhan ve Roza Amed yoldaşların emeğini özel olarak vurgulamak istiyorum. Ayrıca PAJK basın alanındaki tüm yoldaşlara desteklerinden dolayı teşekkür etmek gerekir.
Evîn Nejdet

book-author

format

Reviews

There are no reviews yet.

Be the first to review “GÜNEŞE VARANLAR”

Your email address will not be published. Required fields are marked *